Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Eylül, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ankara

4 yıl üniversite üstüne 2 sene master için, hayatımın 6 yılını geçirdiğim şehir. İlk başlarda gri gelen ama hala görüştüğüm arkadaşlarım sayesinde renklenen, hep özlemle andığım/ anacağım beni büyüten şehir. Bugün bir denetim için geldim ve şu ana havalimanında evime dönmek üzere bekliyorum, bir zamanlar evimin olduğu bu şehre şimdi neredeyse haftada 1 gelmek değişik geliyor, artık misafiriyim bu şehrin. Denetim için geldiğim firma 7. caddenin üzerindeydi, Ankara' da en sevdiğim yer, hala aynı kalan birkaç yere inat, çokça değişen ama yine de benimmiş gibi hissettiğim. Beşevler meydanı, kimbilir kaç kere dolandığım, büyük ağaçları ile herzaman gölgelik 3. cadde ve kimbilir kaç akşamüstü kulağımda walkmen ile yürüyüş yaptığım Anıtkabir'in etrafınadaki kaldırımlar... Bugün anladım nereye gidersem gideyim, nerede yaşarsam yaşayayım bir yerim hep Ankara' ya bağlı kalacak benim, Ankara' nın yeri hep bir başka olacak bende. Belki kendi ayaklarım üzerinde durmayı bu şe...

sorgu

Her ölüm aslında varlığı sorgulatıyor bana... Bize deniyor ya hani, tüm bu doğa, bitkiler, hayvanlar hep insana hizmet etmek için ... İşte tam bu noktada bir soru takılıveriyor benim aklıma, bu kadar insan, bunca acı, hastalıklar, savaşlar, ölümler... Biz var olmasak, tüm bu acılar, gözyaşları, hayat olmasa kim/ne için ne farkederdi ? Birilerine/ birşeylere de insanoğlu size hizmet etmek için mi var deniyor? Biz hiç var olmasak ne olurdu ?

kıymet

Benim olan, yanımda olan herşeyi, herkesi sonsuza kadar benimle kalacak gibi düşünüyormuşum, küçüklükten beri ara ara annem ile babamın birgün gideceği düşüncesi yüregimi bir yumruk gibi sıkar sonra Allahım gecinden ver diyerek kendimi rahatlatmaya çalışırım, ama kıymetlerini yeterince veriyor muyum, bilmiyorum... Kızımın kaprislerine kızdığım, aaaaaa yeter dediğim olurdu, sanki herşeyin ilelebet süreceğinin garantisi varmış gibi boş zaman yarattığım an kendimle kalmaya çalışıyordum, oysa her an değerli ve birlikte geçirilebilecekse mutlaka geçirilmeli, bunu bana küçücük bedeninde kocaman bir yürek taşıyan Nehir ve annesi öğretti, şimdi kızımı her koklayarak öptüğümde, sarıldığımda aklıma Zeynep Hanım geliyor, ona dayanma gücü diliyorum, Allahtan Leyla var diyorum... Bundan sonra artık küçük şeylere üzülmek istemiyorum, eşimle ve kızımla günün kıymetini bilmek ve her biten günde sağlıklı olduğum/uz için şükretmek istiyorum, sadece sağlık istiyorum, diğer herşeyin bir şekilde üstesi...

Nehir Melek Olmuş

Nehircim benim içim çok yandı senin gidişine, o kadar çok ümit etmişim o kadar çok inanmışım ki senin iyileşeceğine, şimdi haberini alınca elim ayağım tutmadı benim. Çok mücadele ettin, çok yoruldun, hani derler ya boyundan büyük işler başardın sen. Şimdi doyasıya dans et pembe ayakkabıların ve pembe elbisenle ... http://nehir-im.blogspot.com/

sonunda bu da oldu

Dayanamayacağım yazacağım, sabahtan beri aklımda eviriyorum çeviriyorum, oraya koyuyorum olmuyor, buraya koyuyorum tingildiyor, yazarsam belki rahatlarım. Dün akşamüzeri kızı bakıcıdan devralıp biraz bahçede oynattım, hava kararmak üzere, başka bir bebeğin bakıcısı olduğunu bildiğim bi bayan gelip, annesi misiniz dedi, ben daha evet demeye kalmadan, işte kızınız benim baktığım kıza vurdu da falan demeye başladı, bende kızım arkadaşlara yapmıyorduk hani falan diyorum ( e zaten eline sağlık kızım iyi yapmışsın diyecek halim yok, pisikopat olmam lazım bunun için) ama yurdum insanı işte, alttan aldınız mı üste çıkmayı meziyet bilirler ya, bu arada kızım da anlatıyor işte çocuk heyecanlandı şöyledir böyledir diye, ay kızıma demesin mi uydurma, işte o zaman anladım bu zat insanlıktan anlamıyor ki daha önceden de vukuatı var aynı konuyla ilgili başka bir anne ile kavga etmişti kızın annesi (hah dedim bakıcı yuvarlanmış kendine göre anne bulmuş), durumu kavrayınca kusura bakmayın, ben çocuk ...

küllü kek kalıbı

Bilir misiniz? Benim çocukluğumda bizim evde vardı. Ortası delikli alüminyum bir kek kalıbı, altından dökme demirden aynı şekilde bir tabla ve tablada kül, bu kalıbı tabla ile beraber ocağın (aygaz :)) üstüne koyarsınız ve kekiniz pişer, çok emin olmamakla birlikte havalandırma pencerecikleri de hatırlıyorum. Nerden geldiyse, ofiste muhabbet davul fırınla açılıp, küllü kek kalıbına geldi, belki de başka bir adı vardı ama hatırlamıyorum. Ne güzel kabarırdı kek onda of offff. Annem en son komşuya verdiğinde, geriye tablası kırık gelmişti. Komşulara misafir geldiğinde ödünç ev malzemelerinin verildiği zamanlardı o zamanlar, sandalyeden tutun da tabak çanağa kadar ne aklınıza gelirse. Ülkece yokluğu paylaşıyorduk o zamanlar, birbirine destek olmak, insanlara yardım alkışlanacak bir şey değil, insanlık vazifesiydi o zamanlar. Anneciğimin içi gitmişti tablasının kırılmasına, çok severdi kek kalıbını, ama hiç renk vermemişti olur öyle demişti, siz canınızı sıkmayın. Sonra bir daha da gö...