Ana içeriğe atla

Kayıtlar

beklenti- kırgınlık - kızgınlık

İnsan çocuğundan çok şey bekliyor, yapıversin, ediversin, herşeyi başarsın vs.... olmayınca da hem kızgınlık duyuyor hem de kırgınlık. Bizim çiş meselesi acayip sarpa sardı, temmuzdan beri uğraşıyoruz ama mehteran gibi bu konuda 2 ileri 1 geri gidiyoruz, tamamen vazgeçemiyoruz da. Tam oldu bu iş derken, hooop bir bakıyoruz evin her yeri çiş gerçekten yoruldum. Yüzüne güldüm, ödüllendirdim, küstüm, kızdım, hiçbiri kar etmedi. Yok , sorunca tek bildiği yok, ama sonra tutamayıp salmayı çok iyi biliyor. Dün 1 saat yalvardım hadi kızım gel gidelim, yapalım, öptüm , kokladım... aldığım cevap yok, yok,yok...Sonra odasına geçti,5 dakika sesi çıkmayınca şüphelendim, heyhat haklıymışım, ne yaptığını bildiğinden salona da gelemiyor, baya söylendim, şimdi de küsüm, of bu çiş mevzusundan çok yoruldum. Bilerek yaptığını düşünüyorum, böyle düşününce acayip de kızasım geliyor, ama artık yüz göz olmamayı düşünüyorum. Ne yaparsa yapsın, artık sürekli kontrol etmekten, ha yaptı ha yapacak demekten gına g...

herkesin bir hikayesi var

Üye olduğum spor kulübünün, anneler için düşünülmüş bir çocuk kulübü var. Bir bayan duruyor ve üç saati geçmeyecek şekilde (çünkü tüm gün bırakıp giden anneler olmuş) spor yaparken çocuğunuzu bırakabiliyorsunuz. Hamileyken sık sık dinlenme odasında - hamilelik unutkanlığı ile dolabımın kapağını açık bırakıp yada orada burada eşyalarımı unutup - uyuyakaldığım için, belki de hamile olduğumdan bana sempati duyup sürekli arkamı toplayan F. zamanla çocuk kulübünde çalışmaya başladı. Karşılıklı birbirimize sempati duyuyoruz. F. varsa kızımı daha bir rahat bırakıyorum nedense. Gel zaman, git zaman kulüpte boş ise sohbet etmeye, kimi zaman dertleşmeye başladık. Minyon ve güzel bakışlı hoş bir kadın bence. Dün akşam anne kız yine spora gittik. Kulüpte F. vardı, rahatça sporumu yapıp kızımı almaya kulübe çıktım. Sadece benim kızım kalmıştı ve bana hemen gitmeye hazır olmadığını söyleyince zorlamadım. Biz de F. ile ufak ufak sohbete başladık. Tüm ilişkilerde bir nokta/eşik var sanki hiç beklemedi...

gençliğe hitabe

Bu sabah kalkar kalkmaz, hani alışkanlıkla bir el üstteki yorganı atarken, yan pozisyonda iki ayak yere değmiştir bile, işte tam o anda bu ülkede daha satılacak ne kaldı acaba diye düşündüm, bilinç altım tüm gece nelerle meşgul olduysa artık, sabah ki ilk düşüncem bu oldu. İş yerine gelip bir fincan kahve içtikten haberlere biraz göz gezdirip yine karamsarlığa düştükten - GDO, GRİP AŞISI, ve nicesi...- sonra Atamızın gençliğe hitabesi geldi aklıma: Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi Ey Türk Gençliği! Birinci vazifen, Türk istiklâlini, Türk Cumhuriyetini, ilelebet, muhafaza ve müdafaa etmektir. Mevcudiyetinin ve istikbalinin yegâne temeli budur. Bu temel, senin, en kıymetli hazinendir.İstikbalde dahi, seni bu hazineden mahrum etmek isteyecek, dahilî ve haricî bedhahların olacaktır. Bir gün, İstiklâl ve Cumhuriyeti müdafaa mecburiyetine düşersen, vazifeye atılmak için, içinde bulunacağın vaziyetin imkân ve şerâitini düşünmeyeceksin! Bu imkân ve şerâit, çok nâmüsait bir mahi...

ağlamak

Ben çok sinirlenince, hırsından ağlayanlardanım, dudaklarım titrer kavga bile edemem hırsımdan. Ama üzülünce, çok üzülünce gözüm akıyor adeta, çok başka oluyor, durmuyor hem sadece gözüm de değil, burnum da akıyor. Biraz önce -blog arkadaşım diyeyim başka bir tarif bulamadım- blog arkadaşlarımdan birinin hem de dünyalar tatlısı bir oğlu olan bir annenin eşi ile son noktaya geldiğini okudum, işte o andan beri hem gözüm akıyor hem burnum. Kötü oldum çok kötü, hayırlısı olsun demekten bir daha denemelerini ummaktan başka hiçbir şey gelmiyor elden.

hayat hiç adil değil

Bu sabah iş başı yapıp, çaylarımızı ve kahvaltılıklarımızı masamıza koyduktan sonra ofis sohbetine başladık hafiften. Ordan buradan konuşurken ne oldu da o konuya geldik anlamadan, karşı masamdaki yeni mesai arkadaşımızın annesini daha 10 yaşındayken ani bir kalp krizi ile kaybettiğini öğreni verdik, sonra çaprazımda oturan daha 25 yaşındaki mesai arkadaşımın da babasını 3 yıl önce yurtdışından kaptığı sıtma virüsü yüzünden kaybettiğini. Ağlamamak için zor tuttum kendimi, sadece hayat hiç adil değil diyebildim, kahvaltım boğazıma dizildi. Şimdi ne zaman başımı kaldırıp karşıya baksam, 10 yaşında aniden annesini kaybediveren çocuğu görüyorum ve içim burkuluyor, ağlamak istiyorum bağıra bağıra. Kendi kızımı düşünüyorum içim parçalanıyor, dilimize peleseng olan Allah analı babalı büyütsün lafı geliveriyor aklıma, ne güzel bir temenni. Allah tüm yavrucakları annelerine-babalarına, anne-babalarını da yavrucuklara bağışlasın. Sonra çapraza kayıyor gözlerim, nişanlısı ile ev bakan, babasının...

bugünün düşündürdükleri...

Bugün bir arkadaşımla konuştum telefonda, bayadır görüşemiyorduk. Öylesine hal hatır sormak, sesini duymak için aramıştım. Meğer baya büyük sorunlarla uğraşıyormuş. Ondan dedi biraz kabuğumuza çekildik. Biraz bahsetti ve sesi titredi. Telefonu kapatınca, elimden birşey gelememesinin ağırlığı ezdi içimi. Nasıl paylaşmalıydı bu acıyı ya da ne yapmalıydı? Ailemizin iyi/kötü gününde hep yanında olan bu aileye nasıl destek olmalı nasıl yarenlik etmeliydi ? Sonra ben olsam bana nasıl davranılmasını isterdim diye düşündüm ? Arkadaşlarım, dostalarım bana nasıl davransın isterdim ? Dostluk, arkadaşlık,.... Tüy gibi hafif olmalı insanı saran sarmalayan, hani serin günlerde insanın ürpertisini alan, şen kahkahalarda sizinle çınlayan, gerektiği yerde konuşan, gerektiği yerde susan, her zaman varlığından emin olunan, hep orada olan. İnsanın sevincini paylaşması daha bir kolay, zor oluyor sıkıntıları, üzüntüleri paylaşmak, paylaşmak azaltır dense de insan bazen kabuğuna çekilerek yalnız yaşamak is...

Eski bir deneme

Derin bir nefes aldı, deri koltuğa uzanırken. Bütün psikolog muayenehaneleri böyle herhalde diye düşündü. İlk defa geldiği halde hiç yabancılık çekmemişti. Seyrettiği filmlerde gördüğü muayenehanelere benziyordu. Bazı mutsuz zamanlarında yaptığı gibi başı önde yürürken galiba bir sinir krizinin eşiğindeyim acaba benim de bir gün psikologa gitmem gerekecek mi diye düşündüğünü anımsadı. Evet sonunda hayat onu da bu sınıra getirmişti ve ne kadar da yenik hissediyordu. Başa çıkamamıştı işte, içindeki ümitsizliği, kini, nefreti, aşkı, insana dair her şeyi tek başın taşıyamamış ve hiç tanımadığı birine anlatmaya, içindeki kalelerin anahtarlarını bir bir bu yabancıya teslim etmeye gelmişti; açsın, baksın, anlasın ve mümkünse ona da anlatsın diye. En yakın dostlarıyla bile paylaşamadıklarını, annesine, kız kardeşine söyleyemediklerini bu adama anlatmaya gelmişti. Neden geldim ben buraya şimdi diye düşündü, içindeki ağırlıkları anlatarak rahatlamak için mi yoksa karmakarışık gelen bu hayatı bi...