Ana içeriğe atla

Kayıtlar

Mart, 2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

Ananem

Anane deyince aklıma pamuk gelir benim, ananemin pamuk gibi yumuşak huylu bir insan olmasına bağlarım bunu. Hep sakindir, kimseyi kıracak bir söz duymadım şimdiye kadar ağzından. Dedemi kaybettiğimiz 2003 yılından beri Çerkezköy' de yaşayan teyzemin yanında kalıyor, dedem vefat ettiğinde 50 küsür yıldır aynı yastığa baş koyuyorlardı, 50 yıl nasıl geçti anlamadım dedi, hayatı bu tek cümle ile özetleyiverdi bana, evet yıllar geçiyor anlamadan... Geçtiğimiz hafta sonu cumayı da birleştirip kısa bir Kahire gezisi yaptık, mumyaların etkisinden midir , geldik geçiyoruz be dedik eşimle, 30 yaşın üstünde olmanın tüm ağırlığı ile. Dünya denen bu sahneden geldik geçiyoruz farkında mısınız? Ben anlamamışım 30'umdan önce; bir curcuna, bir karnaval günler geçmiş, 30 yaş bir dönemeç sanki, hayat bir bakmışım binivermiş omuzlarıma tüm heybetiyle bir ara ben anlamadan. Ananem Çerkezköy'e geldiğinden beri daha çok görüşme imkanımız oluyor tabi ve ben son görüştüğümüzde bir manici olduğunu k...

Pazara gidelim….

Geçtiğimiz Cuma küçük teyzem ve ananem geldiler, Acıbadem teyzemde (kocamın teyzelerimi ayırma yöntemi) kalmak üzere. Teyzelerimle büyüdüm ben, tatillerde, düğünlerde, bayramlarda hep bir araya gelen, bir arada olmaktan mutluluk duyan, keyif alan bir aileydik ve hala elimizden geldiğince beraber olmaya çalışıyoruz. Belki de bu yüzden bir abla eksikliğini hiç hissetmedim ben, zira küçük teyzem sadece 8 yaş büyük benden. Fırsat bu fırsat dedim öğlen arası üzerine bir saatte izin alıp Kadıköy’de ki Cuma pazarına gidelim dedim. Pazara gitmeyi çok severim, her zaman fırsat bulamasam da. Balıkesir’de annemle gittiğimiz pazarlar geliyor hep aklıma, küçük örme bir sepetim vardı – hala sapasağlam duruyor, şimdi kızım ananesine gidince oynuyor- annem ne alsa bir iki parça atardı; iki dal kiraz, 1 küçük domates, bir küçük salatalık,… Öğlen arası atladım arabaya gittim, canım teyzem donatmış tabi sofrayı. Önce bir güzel karnımı doyurdu teyzelerim, oradan kıkırdaya kıkırdaya yürüyerek pazara gitti...

Sevginin bence tarifi

Dün ansızın karşıma çıkan bir blog – erdemcaner.blogspot.com- da gördüm bu tarifi: ‘ Sevdiğinden fazla dillendirme sevgili, sevgin içten gelsin, içte kalsın, yormasın, üzmesin. Zaman zaman patlasın, mutlu etsin, sonra kaynağına saklansın ama hissedilsin’ Kendi sevgi tarifime yakın buldum, tanıdık geldi. Herkesin kendince bir sevgi tarifi var elbette, herkesin farklı sevgiden beklediği. Bence de fazla dillendirilmemeli ama bolca gösterilmeli. Fazlaca dillendirince, öyle bir an geliyor ki e bu kadar sevdiğini söylerken nasıl oluyor da böyle davranabiliyor dedirtiyor insana. Hele davranışlarda sevgiye dair bir iz yoksa, iyice boşalıyor o iki kelimenin içi.

KEKO & MELEK

8 yaşında bir kuzu, hayatta her şeye rağmen onu sevecek, koruyup kollayacak, annesini 6 şiddetinde bir depremde ama deprem yüzünden değil de fakirlikten, imkansızlıklardan ve aymazlıktan dolayı kaybeden bir kuzu. Diğer yandan 15 günlük bir bebek annesi ile babaannesinin arasında depreme yakalanan, annesinin siper ettiği gövdesi ile bir şekilde hayatta kalan ve daha annesinin kokusuna doyamayan bir melek. Mucize deniyor şimdi onların hayatta kalmalarına, şanslı da deniyor o göçüklerden kurtulabildikleri için, ne şans ama… Bundan sonra ki hayatlarında birbirlerinden hiç haberleri olmayacak belki başka başka, artık ne varsa kaderlerinde onları yaşayacaklar – ki umarım şimdi ki durumlarından daha bahtlı bir hayatları olur bundan sonra- ama öyle bir ortak noktaları olacak ki ömür boyu yüreklerinde bir sızı olarak taşıyacaklar. Annesiz büyüyecekler pisi pisine, bir tarafları hep yarım, gazetelerde en fazla bir iki gün daha haber olacaklar, sonra kendi kaderlerine bırakılacaklar. İşte ben böy...

2009-2010 Kara Kış

Bu kış çok ağır geçti, hem ruhen hem fiziki olarak. Kara kış dedikleri cinsten. Bağladım umutlarımı bahara bekliyorum bu soğuk, kasvetli ve güneşsiz günlerin bitmesini. Sonradan anımsamaya çalışınca sadece güzel anların akla gelmesinden midir –insan hafızasının insana oyunu- hiçbir kışı bu kadar uzun, bu kadar ezici hatırlamıyorum, üniversite sınavına hazırlandığım kış ta bu kışlara dahil. Ruhum korunaksız kaldı benim bu kış, o yüzden çok üşüdü. Hem yalnız hissetti kendini, hem beslenemedi. Küçük şeylerden mutlu olmaya çalıştı, bazen ucundan yakalayıvermiş gibi oldu ama tam tutamadı, o küçük mutluluklar da hep yarım kaldı zaten. Bu kadar kasvetin içinde bir de defalarca kapıyı çalan hastalıklarla uğraştık bu kış, bir kısır döngü gibi sanki moraller bozuldukça hastalık kapıda, hastalık kapıya geldikçe moraller daha bozuk. Şimdi işte bahar geliverse tüm bu karabasan son bulacakmış gibi hissediyorum yada ümit ediyorum desek daha doğru olur. Hayat sakin aksın istiyorum bu aralar, beklemedi...