Ana içeriğe atla

egoist okurdan alıntıdır.....

Deli Kadın Hikayeleri’nden
(…)
Peki doktorcuğum şu fikre ne dersin; ben ölünce içimdeki şarkıları sen al. Evet hepsini alabilirsin. Sözleriyle, melodileriyle, ritimleriyle, hatta istersen sırlarıyla birlikte veririm sana. Hadi gel şimdiden planlayalım herşeyi birlikte. Diyelim ki üç gün sonra öldüm. Çenemi sen mi bağlayacaksın, başkası mı? Deliklerime pamukları kimler sokacak? Kan akacak mı hiç doktorcuğum? Ölürken insan mutlaka kanar diye okumuştum bir yerde ama inanmamıştım. Ölüyorum diye neden kanayayım ki. Can ille de kanla mı çıkar vücuttan. Saçmalık. Ama yine tüm deliklere pamuk tıkayacaklarını biliyorum. O pamukları tek tek sen tıka doktorcuğum çocuğum. Çenemi de sen bağla. Akacaksa kan, senin avucuna aksın rica ederim. O sırada şarkılarımı da alırsın. Hepsini teker teker. Nasıl olacak der gibi bakma öyle lütfen. Sana en değerli şeyimi bırakıyorum. İçimdeki şarkıları. Tam iki yüz yetmiş altı şarkı. Hepsi başka başka dillerde. Çince bile var içinde. Ama ben en çok fransızcaları severim.
Je ne veux pas travailler… Çalışmak istemiyorum… Je ne veux pas déjeuner, Kahvaltı etmek de istemiyorum, Je veux seulement oublier, sadece unutmak istiyorum… Sadece unutmak. Hani derler ya insan ölürken hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçermiş, yok çocuğum, yalan. Ben ölüyorum ve hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden falan geçmeyecek. Hissediyorum. Ben unutmak istiyorum doktorcuğum. Eskiden olan her şeyi unutmak. İnsan ölürken geçmişi hatırlarsa çok üzülür değil mi? İnsan ölürken kendi kendini niye üzsün ki. Je veux seulement oublier… Ah doktorcuğum o şarkıyı alırken içimden dikkat et çok güzel bir cümle vardır, o düşmesin: Vie qui veut me tuer, beni öldürmek isteyen hayat, c’est magnifique, muhteşemdir. Çocuğum hayat gerçekten muhteşemdir. Şarkılar da muhteşemdir ama hayat onlardan daha muhteşemdir. Hayat bu kadar muhteşem olmasaydı çocuğum, o şarkıları söyleyecek, o şarkıları melodi melodi ezberleyecek şevki nasıl bulabilirdik, değil mi ya.
Kaç gün kalmıştı ölmeme doktorcuğum. Daha beş gün vardı değil mi? Bu beş günde istersen şarkıları yavaş yavaş al içimden. Doğurduğum çocukların hiçbirini öyle çıkarmadılar. Hep zorla, çekiştirerek, hoyratça, ellerini, kollarını, başlarını koparttılar çocuklarımın. Teker teker öldü hepsi. Kimi doğarken, kimi büyüyünce, ama hepsi benden önce. Çünkü rahmimden çıkarırken hiç özenmediler onlara doktorcuğum. Herhangi bir şey doğuyormuşum gibi davrandılar. Herhangi bir şey! Sonra hepsini öldürdüler. O yüzden çocuğum, ben ölmeden önce usulca çıkar içimden şarkıları. Ki çıkarken ölmesinler. Ya da yıllar sonra okulun bahçesinde vurulmasınlar. Bir tanesini astılar biliyor musun? Evet darağacında sallandırdılar. Orasına burasına pamuklar tıkayıp boynunu kırdılar. Dili dışarı çıktı. Gözleri fırladı yuvalarından boynu kırılırken. Kemiklerinin çıtırdama sesini duyduk hepimiz. Ah ne feci öldü asılan oğlum. İçinde üç beş şarkı, onların da çoğu marştı. Dağıldı gitti ahşap zeminde, gözümün önünde.
Bir kızımı da öldürüp sokak ortasına attılar. Delik deşikti yavrucağım. Onun içinde de bir sürü türkü. Hepsini ben ezberlettimdi. “Aynalı körük olmazsa ben gelin gitmem, ud kemani çalmazsa aynalı körüğe de binmem”. Neşeli türküler. Hüzünlü türküler. Şakacı türküler. Kimbilir nerede öldürüp sokağa attılar bebeğimi. Türküler dağıldı gitti dört bir yana. Fareler kemirdi içindeki davulları, kemençeleri, bağlamaları, sazları…
Doktorcuğum, çocuğum sahi iki güne kalmaz ölür müyüm? Ne güzel. Oradan sana ne getirmemi istersin? Hadi utanma, söyle. Ben gittiğim hiçbir yerden eli boş dönmem. Bir keresinde Sivas’tan tabutla dönmüştüm. İçi silme ceset dolu ceviz ağacından yapılmış ahşap sarısı şahane bir tabut. Otobüse zar zor koymuştuk tabutu. Hem ağırdı, hem de yaz günü içindekiler çok fena kokuyordu. Kaç kişiyi sığdırmıştık hatırlamıyorum ama içindekilerden biri benim sarı oğlumdu. Yanarak ölmüş, küle dönmüş, sarısı kapkara, 20 yaşında akıllı mı akıllı bir oğlan. Onla birlikte şarkıları da yanmış, öyle söylediydi avukat. Her şey yanmış onla birlikte. Geçmiş yanmış, gelecek yanmış, hayaller yanmış, e tabii o hengamede şarkılar sağsalim kalacak değil ya, içindeki şarkılar da yanmış. Kader bu doktorcuğum, alınyazısı. Yandı mı yanıyor çocuk da şarkı da. Ve ben, inanır mısın, tüm çocuklarını gömen ben, hepsinin arkasından mevlüt okuttum. Ay doktorcuğum çocuğum, içimde o şarkılarla birlikte okuttuğum mevlütler de olacak, rica etsem onları alıp ayrı bir yere koyar mısın ben öldükten sonra. Yatağın altına mesala, ya da tavanarasına, çöpe bile atabilirsin, yanıyorlarsa yak, uçuyorlarsa uçur, yüzüp yüzemediklerine bakmadan at denize. Gitsinler. Nereye giderlerse gitsinler. Ama benden sana tavsiye, onları muhafaza etme içinde. Fena oluyor insan. Ölümü hatırlatıyorlar devamlı yaşayana. Oysa je veux seulment oublier çocuğum. Seulment oublier.
Ne dersin birazdan ölür müyüm ben artık? Pamukları onun için mi hazırlıyorsun? Çenemi neyle bağlayacaksın? Bir sargı bezi belki. Nasıl, böyle sırt üstü yatmaya devam edebilirim değil mi ölürken? Ya da kalksam, ayakta ölsem? Ortanca oğlan ayakta ölmüş. Ayakta değil de daha doğrusu askıda. Kalbi dayanmamış verdikleri elektriğe. Hep yanıklar vardı bileklerinde. Gördüm tabii cesedini. Çok yakışıklıydı. Kalın kaşları, kalın bıyıkları, iştahlı dudakları vardı. Uzun boyluydu, kaderiniz benzemesin ama seni andırıyordu doktorcuğum. Aslında hepsi yakışıklıydı ölen çocukların. O tabuttakiler, darağacındakiler, yanıp kül olanlar, kanat çırpıp uçanlar, kaybolanlar, sakat kalanlar… hepsi senin gibi yakışıklıydı doktorcuğum çocuğum. Ve içleri şarkılarla doluydu.
Sahi insan ölünce içindeki şarkılara ne oluyor, sen bilirsin? Ölüden avucuna hiç şarkı döküldü mü daha önce? Benim döküldü. Küçük oğlum öldüğünde, avuç avuç ninni döküldü avucuma. Bir zamanlar ona söylediğim ninniler, balkan ninnileri, rus nininleri, afrikalı annelerin nininleri, çinli kadınların ninnileri, okyanusta küçücük bir adada bir annenin çocuğuna söylediği ninni bile vardı dökülenler arasında. Ah doktorcuğum, Allah kimseye evlat acısı vermesin. O ninniler nasıl insanın içini acıtıyor bilemezsin. Benden de çıkarsa al o ninnileri olur mu, sakın atma. Gün olur kullanırsın. Sen de çocuğuna söylersin. Benden sana bir nasihat, çocuklarının içini ne yap et şarkılarla doldur, olur mu doktorcuğum. Bak benim içimde kaç bin tane şarkı birikmiş. Ne güzel değil mi? Binlerce dilden, binlerce şarkı

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

babama - ode to my father -ode an meinen Vater

Çok düşündüm şöyle etkili bir giriş yapmak için. Ama ne yazsam eksik kaldı, duygumu anlatmaya yetmedi.... Ortadan gireyim o zaman. Ben büyürken, babam beni her istediğimi yapabileceğime inandırdı, hayatım boyunca şunu da yapamam diye hiçbir düşünce geçmedi aklımdan. Ne üniversite okuyacağım şehri kısıtladı, ne bölümü, hiçbir şeyi.... Babamdan hayır bunu yapamazsın hiç duymadım ben. Hatta üniversiteye gitmeden önce , söyle bir sohbetimiz var. Sana sigara içme diyemem çünkü ben içiyorum, ama sigaraya başlamasan kendine iyilik yaparsın...Zaten hiç merakım olmadı ve şimdiye kadar da tek nefesim yok. Hiçbir zaman da hayatta içmem demedim, hayatın ne getireceği hiç belli olmaz... Bazen aklıma türlü kötü senaryalor geliyor. Ya şöyle olursa ya böyle olursa diye ... O zamanlar da bile, içimi kaplayan sıkıntının yanında aklım, hemen çözüm yolları sermeye çalışıyor önüme. Korkma yaparsın bir şekilde diyor içimde ki ses... Sonunda yapamasam bile, beni yapabileceğime inandırdığın için sana...

Kızıma Mektup

Bu ayki ödevlerimizden biri (geçen kış olduğu gibi yarım gün, evde sıkılmamak adına evimize yakın bir anaokuluna gidiyor kızım), anne ve babanın kızımızın sevdiğimiz yönlerini anlatacağımız bir mektup yazmak. Bu mektup arkadaşlarına okunacak, kendisi hakkındaki düşüncelerimizi arkadaşlarının yanında duymaktan mutlu olacağı vurgulanmış bu ödevi gönderirken. Anne baba olarak neler hissediyoruz, babasıyla aramızda neler konuşuyoruz onun hakkında, bunları içeren bir mektup yazmaya çalıştım, kızımıza ortak duygularımızı iletmeye çalıştım. Mektubum: Canım Kızımız, 05.06.2007 saat 22.23 te seni ilk kucağımıza aldığımızda bu minik güzeller güzeli kız gerçekten bizim kzımız mı diye sorduk birbirimize. 9 ay süren bir mucizeye şahit olmuştuk ve en büyük mucize de seni kollarımız arasına alabilmekti. O günden bu yana neredeyse 3.5 yıl geçti, bazan seni uyurken izliyoruz ve birbirimize tekrarlıyoruz şurada uyuyan melek bizim kızımız diye. Hergün şükrediyoruz sen bizimlesin, sağlıklısın ve m...

Aforizmalar- aphorisms- aphorismen

Son dönemde aklımdan geçen kısa kısa cümleler; Bilinç düzeyi olarak, kendini gelişime kapatıp yaşamaya devam etmek (buna da ne kadar yaşamak denir ise); Hindistan'da ki kast sisteminin en alt seviyesinde (bilinç olarak) yaşama gibi olmaz mı? Bir olmamışlık hissi ile kıvranıp durmak... Kızımın aldığı kararların hatalı olduğunu görüyorum, bu yanlış diyorum ama vazgeçiremiyorum. Umarım çocuğumun hayatını, kendi eliyle yaşanması zor hale getirdiğini izlemek zorunda kalan ebeveynlerden biri olmam. Ne kadar sevseniz de, anneliği bile çocuğunuzun size çizdiği sınıra kadar yapabiliyorsunuz (büyüdüklerinde)... İnsanların birbiri ile bir sebepten ötürü tanıştığını düşünüyorum. Bu yüzden eğer elimize küçük te olsa bir fırsat geçtiğinde, yardımcı olmayı esirgemeyelim. Tabi sonrasında bunu unutmak koşulu ile, beklentiler bizi zehirlemesin diye ... Egomuz bizden eylem ister ve bu yorucudur. Ama hayat eylemsiz olmanızı da istemez, eylemsizliğinizi de yorar. Madem her türlü yorulacağ...