Kayıtlar

2010 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

söylemek istediklerim

Obama, sen de en az Bush kadar beyazsın! Farklı olmak, farklı olmayanları küçümsemek ise ben almayayım! İstanbul barosunun yeni başkanı Ümit Kocasakal, adının hakkını veriyorsun!

birikenler

Ne çok şey birikti içimde ne zamandır yazmak istiyordum ama seyahatler, yoğunluk, kelimeleri biraraya getirememek bazen, engellerim vardı işte belki de benim yarattığım, ama dün uçakta kelimeler dönmeye başlayınca beynimde, yaz dedim artık yarın fırsat bul ve yaz. İyilerden başlayayım önce sonra gelsin diğerleri... Derinimle başlayayım önce, hani yanyana yatarken ya da uzanırken o küçük ellerini, kollarını boynuma doluyorsun ya, işte o an ben huzur doluyorum, o an dünya dursa ve hep öyle kalabilsek, yanayana, senin ılık nefesin kulağımda... Derinimin bugün okulda sunumu vardı önceden randevulaştık öğretmeniyle, babamız da katıldı, okulda yaptığı faaliyetlerden kendi seçtiklerini bize ve seyirci olarak seçtiği arkadaşlarına anlattı, nasıl da büyüyorsun hızla, öğretmeni şarkı söylemek ister misin dediğinde arkadaşlarımla beraber söylemek isterim dedi hatta biz de katıldık pazara gidelim şarkısına, arkadaşların ile geliştirdiğin ilişkilerin beni çok mutlu etti kızım, bir birey oluyors...

eller...

Dün bir denetim için Ankara' daydım, öğlen yemeği için Lale Restorant diye bir yere gittik, ben ilk defa gidiyorum, daha çok öğlen iş yemekleri için tercih edilen bir restorant izlenimi bıraktı bende, ama neyse konumuz restorant değil... Tam biz yemekten kalkmak üzereyken sağ çaprazımdaki masada iş tulumu ile yemeğe gelmiş kendi kendine gülümseyerek yemek yiyen birine takıldı gözüm. Diğer herkesten çok farklıydı. Üzerinde iş tulumu vardı, ellerine baktım evet temizdi ama elleriyle para kazananların karakteristik özelliklerini taşıyordu o eller, biraz nasırlaşmış, ne kadar yıkansa da hırpalanmışlığın izlerinin silinemediği eller. Kimbilir ne zor şartlarda para kazanıyor, ama yemek yerken hem de kendi kendine hala gülebiliyor, belki hayat gülüyor belki de aklına gelen birşeye, zaten çok da aydınlık bir yüzü vardı. İşte dedim çok nadir de olsa, böyle insanlara rastlayabilmek, insana olan inancımı hala ayakta tutabiliyor benim. Öylece geçti gitti hayatımdan, ama tam da tanışılaca...

3 şey

Sevdiğinin kolları, yavrunun kokusu ve anne-babanın kuytusu, sırala deseler sıralayamam bu hayatımdaki 3 önemli şeyi, yerlerini hiçbirşey dolduramaz bende, birbirlerinin yerini bile dolduramazlar, öyle önemliler. Bugün hepsi yolda, hem de hepsi şu anda bana biraz daha yaklaşıyorlar. Dualarım onlarla Allah hayırlısıyla/ sağlıkla bana kavuştursun onları diye. Ayrılalı çok olmadı ama nasıl özledim hepsini ayrı ayrı, burnumda tütüyorlar. Oysa bu planlar yapılırken oh diyordum şöyle kendimle kalacağım kaç gün ne güzel. Ama öyle değilmiş, geçmek bilmedi günler/geceler, koca akşamlar cnbce ve e2 karşısında vakit harcamakla geçti. Erken bile yatamadım, güya doya doya, uzun uzun uyuyacaktım, nerede ! Benim önceliklerim çoktan değişmiş te, haber verenim yokmuş. Tüm o hayhuy, yapma kızımlar, didişmeler, hayatımın tuzu biberi olmuş benim. Ben olduğum günleri özlediğimi düşünsem de bazı bazı, ben artık biz olmuşum anlaşılan.

Bazen,

hayatında ki herşey yanlışmış gibi gelebiliyor insana, herşeyi yanlış yapıyormuş gibi de gelebiliyor. Hiç anlamadan konuşmalar başka başka noktalara kayabiliyor. Hayatı hep alttan almanız gerekebiliyor, yoksa hayat sizi uyumsuz olarak mimleyebiliyor. Birden bu hayattaki en uzlaşılmaz kişi olabiliyorsunuz. Bazen işte hayatta bir güne, bir haftaya 1-0 yenik başlayabiliyorsunuz...

günün sözü

İdare edildiğinin bile farkına varamayacak kadar kendisine odaklanmış şahıslar... bu söz bugünün sözü olsun, bu ne bencilliktir kardeşim, idare edersin, kendine o kadar odaklanmıştır ki bunu senin iyi niyetine vermez her zaman doğruyu bildiğine ve haklı olduğuna verir... Gün gelir yeter dersin, ondan sonra senden kötüsü olmaz ...

asabiydim

Geldi mi üstüste gelir ya o cinsten bir gündü işte, önce bu trafikte karşıya geçtim denetim için, sonra aynı trafikle geri döndüm. Eve uğradım kıza bir bakayım, havuz malzemelerini alayım diye, okulla ilgili fırtına koparmış yine, üstüne salonun ortasına bir kase cocopopslu sütü devirdi ve sakız diye tutturdu, ağlayarak yaptırmaya çalıştı, yapmadan çıktım evden, yapmadığıma benim yüreğim daha kırık ama öğrenmesi de gerekiyor herşeyin ağlayarak çözülemeyeceğini, ileride başkaları her ağladığında her istediğini yapmayacak ki ? Sonra bankaya gittim, vize başvurusu için hesap özeti almaya, anlatıyorum gişedeki bey yardımcı olacağına işte onun adı bu, bunun adı şu diye bana ukalalık yapıyor, arkadaşım o terimleri bilsem bankacı olurum zaten ha bunu kendisine de söyledim sözümü esirgemeden, sen 8.5.3 maddesi ne biliyor musun, sen bilmiyorsun diye ben sana hava atıyor muyum ? Neyse işe yaradı bu tavrım yardımcı oldu bir takım evraklar verdi bana imzalı ve de kaşeli, bu vize işinin kendisine...

Kızıma Mektup

Bu ayki ödevlerimizden biri (geçen kış olduğu gibi yarım gün, evde sıkılmamak adına evimize yakın bir anaokuluna gidiyor kızım), anne ve babanın kızımızın sevdiğimiz yönlerini anlatacağımız bir mektup yazmak. Bu mektup arkadaşlarına okunacak, kendisi hakkındaki düşüncelerimizi arkadaşlarının yanında duymaktan mutlu olacağı vurgulanmış bu ödevi gönderirken. Anne baba olarak neler hissediyoruz, babasıyla aramızda neler konuşuyoruz onun hakkında, bunları içeren bir mektup yazmaya çalıştım, kızımıza ortak duygularımızı iletmeye çalıştım. Mektubum: Canım Kızımız, 05.06.2007 saat 22.23 te seni ilk kucağımıza aldığımızda bu minik güzeller güzeli kız gerçekten bizim kzımız mı diye sorduk birbirimize. 9 ay süren bir mucizeye şahit olmuştuk ve en büyük mucize de seni kollarımız arasına alabilmekti. O günden bu yana neredeyse 3.5 yıl geçti, bazan seni uyurken izliyoruz ve birbirimize tekrarlıyoruz şurada uyuyan melek bizim kızımız diye. Hergün şükrediyoruz sen bizimlesin, sağlıklısın ve m...

şükür

Gündelik dertlerimi seviyorum, gündelik dertlerimin önemini yitireceği büyük dertlerle uğraşmadığım her gün için şükrediyorum... Sağlıkla geçen her günüm kıymetli, başka hiçbir şeyin önemi yok, gerçekten yok... Allah kimseye çaresiz dert vermesin diliyorum...

Ankara

4 yıl üniversite üstüne 2 sene master için, hayatımın 6 yılını geçirdiğim şehir. İlk başlarda gri gelen ama hala görüştüğüm arkadaşlarım sayesinde renklenen, hep özlemle andığım/ anacağım beni büyüten şehir. Bugün bir denetim için geldim ve şu ana havalimanında evime dönmek üzere bekliyorum, bir zamanlar evimin olduğu bu şehre şimdi neredeyse haftada 1 gelmek değişik geliyor, artık misafiriyim bu şehrin. Denetim için geldiğim firma 7. caddenin üzerindeydi, Ankara' da en sevdiğim yer, hala aynı kalan birkaç yere inat, çokça değişen ama yine de benimmiş gibi hissettiğim. Beşevler meydanı, kimbilir kaç kere dolandığım, büyük ağaçları ile herzaman gölgelik 3. cadde ve kimbilir kaç akşamüstü kulağımda walkmen ile yürüyüş yaptığım Anıtkabir'in etrafınadaki kaldırımlar... Bugün anladım nereye gidersem gideyim, nerede yaşarsam yaşayayım bir yerim hep Ankara' ya bağlı kalacak benim, Ankara' nın yeri hep bir başka olacak bende. Belki kendi ayaklarım üzerinde durmayı bu şe...

sorgu

Her ölüm aslında varlığı sorgulatıyor bana... Bize deniyor ya hani, tüm bu doğa, bitkiler, hayvanlar hep insana hizmet etmek için ... İşte tam bu noktada bir soru takılıveriyor benim aklıma, bu kadar insan, bunca acı, hastalıklar, savaşlar, ölümler... Biz var olmasak, tüm bu acılar, gözyaşları, hayat olmasa kim/ne için ne farkederdi ? Birilerine/ birşeylere de insanoğlu size hizmet etmek için mi var deniyor? Biz hiç var olmasak ne olurdu ?

kıymet

Benim olan, yanımda olan herşeyi, herkesi sonsuza kadar benimle kalacak gibi düşünüyormuşum, küçüklükten beri ara ara annem ile babamın birgün gideceği düşüncesi yüregimi bir yumruk gibi sıkar sonra Allahım gecinden ver diyerek kendimi rahatlatmaya çalışırım, ama kıymetlerini yeterince veriyor muyum, bilmiyorum... Kızımın kaprislerine kızdığım, aaaaaa yeter dediğim olurdu, sanki herşeyin ilelebet süreceğinin garantisi varmış gibi boş zaman yarattığım an kendimle kalmaya çalışıyordum, oysa her an değerli ve birlikte geçirilebilecekse mutlaka geçirilmeli, bunu bana küçücük bedeninde kocaman bir yürek taşıyan Nehir ve annesi öğretti, şimdi kızımı her koklayarak öptüğümde, sarıldığımda aklıma Zeynep Hanım geliyor, ona dayanma gücü diliyorum, Allahtan Leyla var diyorum... Bundan sonra artık küçük şeylere üzülmek istemiyorum, eşimle ve kızımla günün kıymetini bilmek ve her biten günde sağlıklı olduğum/uz için şükretmek istiyorum, sadece sağlık istiyorum, diğer herşeyin bir şekilde üstesi...

Nehir Melek Olmuş

Nehircim benim içim çok yandı senin gidişine, o kadar çok ümit etmişim o kadar çok inanmışım ki senin iyileşeceğine, şimdi haberini alınca elim ayağım tutmadı benim. Çok mücadele ettin, çok yoruldun, hani derler ya boyundan büyük işler başardın sen. Şimdi doyasıya dans et pembe ayakkabıların ve pembe elbisenle ... http://nehir-im.blogspot.com/

sonunda bu da oldu

Dayanamayacağım yazacağım, sabahtan beri aklımda eviriyorum çeviriyorum, oraya koyuyorum olmuyor, buraya koyuyorum tingildiyor, yazarsam belki rahatlarım. Dün akşamüzeri kızı bakıcıdan devralıp biraz bahçede oynattım, hava kararmak üzere, başka bir bebeğin bakıcısı olduğunu bildiğim bi bayan gelip, annesi misiniz dedi, ben daha evet demeye kalmadan, işte kızınız benim baktığım kıza vurdu da falan demeye başladı, bende kızım arkadaşlara yapmıyorduk hani falan diyorum ( e zaten eline sağlık kızım iyi yapmışsın diyecek halim yok, pisikopat olmam lazım bunun için) ama yurdum insanı işte, alttan aldınız mı üste çıkmayı meziyet bilirler ya, bu arada kızım da anlatıyor işte çocuk heyecanlandı şöyledir böyledir diye, ay kızıma demesin mi uydurma, işte o zaman anladım bu zat insanlıktan anlamıyor ki daha önceden de vukuatı var aynı konuyla ilgili başka bir anne ile kavga etmişti kızın annesi (hah dedim bakıcı yuvarlanmış kendine göre anne bulmuş), durumu kavrayınca kusura bakmayın, ben çocuk ...

küllü kek kalıbı

Bilir misiniz? Benim çocukluğumda bizim evde vardı. Ortası delikli alüminyum bir kek kalıbı, altından dökme demirden aynı şekilde bir tabla ve tablada kül, bu kalıbı tabla ile beraber ocağın (aygaz :)) üstüne koyarsınız ve kekiniz pişer, çok emin olmamakla birlikte havalandırma pencerecikleri de hatırlıyorum. Nerden geldiyse, ofiste muhabbet davul fırınla açılıp, küllü kek kalıbına geldi, belki de başka bir adı vardı ama hatırlamıyorum. Ne güzel kabarırdı kek onda of offff. Annem en son komşuya verdiğinde, geriye tablası kırık gelmişti. Komşulara misafir geldiğinde ödünç ev malzemelerinin verildiği zamanlardı o zamanlar, sandalyeden tutun da tabak çanağa kadar ne aklınıza gelirse. Ülkece yokluğu paylaşıyorduk o zamanlar, birbirine destek olmak, insanlara yardım alkışlanacak bir şey değil, insanlık vazifesiydi o zamanlar. Anneciğimin içi gitmişti tablasının kırılmasına, çok severdi kek kalıbını, ama hiç renk vermemişti olur öyle demişti, siz canınızı sıkmayın. Sonra bir daha da gö...

hoşgeldin ya eylül

diyemeyeceğim, zira eylül kışın habercisidir. Sonbaharla pek alıp veremediğim yok aslında ama işte insanda bir yaz daha bitti psikolojisi yaratıyor. Oysa ilkbahar öyle mi ? Bir de nedir o öyle geldim ben deyip sıcaklıkları birden 10- 12 derece düşürmek, mevsim dediğin insanı yavaş yavaş alıştırır. Dün gece bir uyandım, ev uçacak o ne rüzgar öyle, önce camları kapattım sonra balkondaki çamaşırları kuytuya çektim, toplasam mı diye geçti içimden ama uyku daha tatlı geldi. Sonra biraz uykunun bölünmesinden biraz da rüzgar sesinden herhalde, ilginç ve hatta romantik bir rüya gördüm. Rüyadaki kahraman ben değilim, bir film seyreder gibiydim daha çok aslında, başrollerde Kate Blanchett ama kızıl saçlı haliyle ve Daniel Day Lewis, sahneler eski zamanlara ait çamurlu yollar, at arabaları vs. Daniel zengin bir bey, Kate ise yoksul bir kız (Türk filmlerinin etkisi olsa gerek), hatta öyle yoksul ki önce çarşafı dolayıp kendine straplez bir elbise yapıyor üstüne de perde gibi dantelimsi bir...

taze zebze

Dün çitlembiği nihayet odasına, arkadaşlarına geri getirdik, pek bahtiyar kendisi, sabah teyzesi ile bir muhabbet bir muhabbet, çok özledim seni demiş, zaten yazlıkta da keşke burası İstanbul olsa, keşke F. teyzemde burada olsa diye sayıklıyormuş yavrum. Öğlen eve gittim bir baktım bizimkisi mutfak masasının üstünde teyzesinin ayıklamaya çalıştığı taze fasulyeleri yiyor hem de ne yemek, zira teyzesi ayıklamaya yetişemiyor. Pişmişi için saatlerce yalvarsam yemez herhalde, bakalım akşam eve gidince deneyeceğim, neyse avutalım kendimizi çiğ sebzenin vitamini daha çok olur (mu?) herhalde. Dün dönüş yollarında orada dur ballı kavun al, burada dur pembe domates al, ay şuradakiler incir değil mi ? şeklinde dolmuş vari bir yolculuk gerçekleştirdik, yurdum insanının organik sebzeyi kavrayış hızı beni benden aldı hele o ' ORGANİK TAZE ZEBZE' yazısı yok mu, işte o son noktayı koydu. Çitlembiği yazlığa bırakma vesilesi ile bu sene memlekete gidip gelme konusunda rekor kırdık desem ye...

Kitapkolik.Net, Kitap Ödüllü Yarışma

Kitapkolik.Net ailesi olarak kitap ödüllü yarışma düzenliyor. Kazanan kişiye istediği kitap gönderilecek, ben şimdiden hangi kitabı istesem diye düşünmeye başladım :). Kazanan çekiliş ile belirlenecek. Her birey birden fazla çekiliş hakkı kazanabiliyor. Çekiliş hakkı kazanma şartlarıve detaylı bilgi için Kitapkolik.Net Bol şans...

günüm aydınlandı

İçim kıpır kıpır bugün benim, hafta sonu için çitlembiğimi görmeye gidiyorum, dün siparişlerini aldım hanımdan, scooterını ve bebeğinin pusetini istedi ha bir de oraya gidince pempe pusetli bir bebek görmüş onu da alacakmışız. Komşunun torununun scooterı başında kavga kopmuş, benim benim diye, götürmek şart oldu. 2 hafta oldu neredeyse görmeyeli kalbim fırlayacak sanki, hayırlısıyla bir gidelim içime sokacağım kızımı. Ha bir de bir sürprizle karşılaştım bu sabah, dün akşam Ankara' dan dönünce kocam sürprizim var ama söylemem sen nasıl olsa göreceksin dedi, ben de hayırdır inşallah dedim.. Benim üniversiteden kısaca ÇEVTOP DİNAZORLARI dediğimiz bir arkadaş grubum var ama ne grup Allah bizi ayırmasın hepsini ayrı seviyorum, bendeki yerleri bambaşka, mezun olduktan sonra dünyanın dörtbir yanına dağıldık desem abartı olmaz İngiltere ve Finladiya bu dağılma alanına dahil çünkü, şimdi düğündü dernekti tam kadro olamasak da çoğunluk toplanabiliyoruz ve biliyorum ki biz birlikte çok ...

gift

Herkesin Allah/Tanrı vergisi bir yeteneği var ve bu hayattaki sınavımızın, bu yeteneği kendimiz haricindeki insanların yararı için de kullanıyor muyuz ? olduğunu düşünüyorum. Sınavlarımız sadece kötü tecrübeler olamaz, zenginlik mesela zenginlik bile bir sınav bence. Zenginliğinizi diğer insanlar yararına da kullanıyor musunuz yoksa kullanmıyor musunuz, güzellik hakeza öyle. Elinize bir fırsat geçti diyelim onu nasıl kullanıyorsunuz hepsi ama hepsi bir sınav sanki, bunları bana düşündüren mi ne? Ayşe Arman, sevin yada sevmeyin bir becerisi olan ve bununla para kazanan bir gazeteci ve bu yeteneğini birilerine yardım etmek için de kullanıyormuş, bazen elde edeceğin gelirin direk yardıma muhtaçların hesabına yatırılmasını sağlıyormuş ve dün öğrendim ki Nehir için de kolları sıvamış, ne iyi etmiş....

iyimserlik

Bir perinin sihirli değneği ile bana dokunmuşçasına bir iyimserlik var bugün içimde, ulaşabileceğim herkese iyilik yapmak istiyorum, içim çağlıyor… İyilik yaptıkça mutluluk bulaşacak sanki her tarafıma, iyilik yap iyilik bul derler ya, sonucunda iyilik bulmayı ummadan sadece iyilik yapmak için, verdikçe çoğalmak için, insan olduğumu daha derinden hissedebilmek için, bu iyimserliği hiç kaybetmemek için…

Özledim….

Çitlembiğim seni yazlığa bırakıp geleli dört gün oldu, sınırım üç günmüş sensiz kalmak için anladım, ilk üç gün pek bir şey anlamadım ama dün akşam saatlerinden itibaren bir şeyler beni dürtmekte, her konuyu bir şekilde sana getirmekteyim. Bir yanağında çiçek bir yanağında kalp olan resmini, bana iş yerime götürmem için hediye ettiğin kozalağa iliştirdim, bilgisayarımın yanından bana muzip muzip gülüyorsun. Dün pamuk almak vesilesiyle odana girdiğimde kokun çarptı birden, daha derine çekebilmek için yastığını aldım kokladım ve babana da verdim koklasın diye, kulaklarını çınlattık… İki arada bir deredeyim senin yazlıkta kalmanla ilgili, bir taraftan iyi gelmedi bana desem yalan olur; babanla sinemaya gidiyoruz, arkadaşlarla buluşuyoruz, bir gözümüz senin üstünde olmadan, aman düşer mi, kaybolur mu endişesi yaşamadan rahat rahat oturuyoruz, hayır ve yapma kelimelerini kullanmadan konuşabiliyoruz, akşam yemeğinde ne yendiğini fazla önemsemiyoruz, uykuda bir kulağımız senin odandan gelecek...

advantage mrs. navratilova

Aslında önce kendi soyadımı yazacak şekilde geldi aklım bu yazının başlığı ama sonra kendini teşhir etme bakayım dedi sağ taraftaki melek... Benim çalıştığım ofis ile evim arası çok yakın ama gerçekten yakın, bizim siteden çıkıyorsun caddenin karşısına geçiyorsun ve hooop ofisin olduğu sitedesin, e bu durumda ne oluyorsun İstanbul koşullarında şanslı oluyorsun... Çitlembik yok çünkü yardımcı teyzemiz 2 haftalık izinde, bu durumda az da olsa yemek pişirmek gerekiyor tabi, e ben ne yaptım, öğlen aramda eve gittim, akşam için yemek yaptım, balkonu yıkadım, çiçeklerimi suladım... Ama bu avantaj pek uzun soluklu olmayacak gibi görünüyor, çünkü ofisin taşınacağı yönünde konuşmalar almış başını gidiyor, yine yakına bir yere ama, yürüme mesafesinde değil, alışmışım hem de çok, şimdi kaybedeceğimi anlayınca daha bir kıymetli geldi, her güzel şeyde olduğu gibi...

Inception

Dün çitlembiği yazlığa bırakıp gelmenin rahatlığı ile evde ne yemek pişti, ne vakit geçirildi. İş çıkışı sitenin bahçesinde buluşuldu ve vakit geçirmek için serin bir alışveriş merkezi seçildi, Allahım ne günlere kaldık serinlemek için alışveriş merkezlerine gidiyoruz. Sinemaya da gidelim dendiği için tercih Burger King’ den yana kullanıldı, bu arada Burger King’ i kınıyorum hap kadar barbekü sos için ekstra para isteniyor, aman 25 kuruş ne olacak da denebilir ama sos için de para alınır mı dedirtiyor insana. Israrla inception’ a gitmek istediğimiz için seans öncesi yarım saati bekledik biletleri almak için çünkü güzel yerler hep rezerve edilmişti, şanslı günümüzdeymişiz, rezerve olup da alınmayan yer süperdi salonun tek kötü tarafı tabiri caiz ise ‘ buz damı’ gibi soğutulmasıydı, tamam bu sıcakta tabiî ki soğutun ama üşütmeyin değil mi ? Filme gelince, gerçekten etkileyici, sürükleyici, tempoyu hiç düşürmeyen ve insanı hop oturtup hop kaldıran bir filmdi. Üç saate yakın sürmesine rağm...

takmamayı öğreneceğim

ahhhhhhhhhhhh, hafta sonu süper bir tatil geçirmişken, İ. kişisi saat 17:00 gelip beni sinirlendirmeyi yine başardı, sen kimsin diye bağırmak geçerken içimden takmaz bir eda takınmayı başarabildim, yahu bu insanlar kendilerini ne zannediyorlar, anlayamıyorum... Ama sırf ona inat onu takmamayı öğreneceğim, öyle bulduğu her semeri bana takamayacak, ha çok meraklı ise semer takmaya, buyursun kendine taksın, terbiyemi çok fana bozmak istiyorum ama tutuyorum kendimi zor da olsa, umarım burnu pislikten hiç kurtulmaz !!!

05.08.2010

Dün ilk defa Kayseri'ye gittim, bir denetim için günübirlik bir seyahatti. Kayseri’ ye Sabiha Gökçenden THY uçuşu olmadığı için mecbur Atatürk Havalimanına gittim sabahın köründe. THY şaşırttı ve tam zamanında kalkarak tam zamanında Kayseriye vardık. Kayseri, belli çok zengin bir şehir, havuzlu villalar ki yanlış anlaşılmasın bu havuzlar bahçede değil evin 1. katında, evlerin önünde lüks arabalar. Farklı bir hayat var orada, bana göre fazla muhafazakar, kadınlar evlerinde, para çok kazanılıyor ama harcamaya yer yok, e ne yapılıyor eve harcanıyor, ama bir taraftan da Kayserililer nazara çok inanıyor gördüğüm, gücü olduğu halde çok sıradan arabaya binenler anlatılıyor sohbet esnasında. Hayatımda yediğim mantıların en ilginciydi yediğim, daha ziyade çorba gibiydi. Üstüne ne alırsınız dediler, onlar için iştah açıcı gibi bir şey sanırım mantı, teşekkür ederim ben doydum deyince, iyi ağırlayamadık diye düşünüp üzüldüler. Dönüşte uçuş esnasında olabilecek tüm rötarları yaşadım, sabah ki ...

biraz ustalar, biraz çitlembiğim...

1 haftadır ev şantiye halinde kapıları değiştirdik, değiştirmez olaydık da diyemiyorum çünkü sonuç güzel oldu. Ama usta milletine güven olmayacağını bir kez daha altını çizerek anlamış oldum. Bir kere mi zamanında ve eksiksiz yapılmaz, bu mudur bu işin raconu? Pazartesi sabahı kapıların sökülmesi ile başladı süreç tabi ki geç geldiler, bir sonraki gün boya badana işi için başka bir ekip geldi iki günde teslim ederiz dediler tabi ki üçüncü güne sarktı, dün kapılar geldi , tek tek ölçü aldıkları halde kapılar küçük, hadi dedik yanlar poliüretanla kapatılır -yarın bir gün eşya çıkarıp sokmaya çalışınca o kapılardan nasıl olacak hiç bilemiyorum- hatta mutfağın ki o kadar küçük ki yanlarını poliüretanla doldurulması bile mümkün olmadı ve bugün yeni kapı getirmek üzere çekip gittiler, şimdi de eşime diyorlarmış ki öyle bir günde olur mu beyefendi daha kuruyacak vs. bir süre eve usta sokmam herhalde diye düşünüyorum, Allah zorunda bırakmasın. Bu süreçte sefil olmasın diye bizim çitlembiği tat...

yaşamayı bilmek

Her şey geçici bu hayatta; mutluluklar gibi hüzünler de, başarılar gibi başarısızlıklar da... Hüzünler, başarısızlıklar sanki yakama yapışacak da ömür boyu benle kalacaklar gibi bir telaş içinde paçamı kurtarmaya çalışıyorum, oysa sağ salim bir kafayla düşünebilsem hangi üzüntü yada kötü diye adlandırdığım durum bitmedi ki, her şeyin bir sonu var, püf noktası nasıl sonunu getirdiğinde biraz, o süreci nasıl yaşadığında. Şimdiye kadar pek öğrenemedim sanki ama bundan sonrası için umudum var, çünkü kafama dank etti bu sefer ağzımla değil söylediğim: BU HAYATTA HER ŞEY AMA HER ŞEY GEÇİCİ, yeter ki sağlık olsun...

?

Bu hayat sanki biraz kan kussa kızılcık şerbeti içtimcilerin, aman ben herkesi çok seviyorum herkes de beni çok seviyorcuların. Körler sağırları ağırlıyor, öyle yaşayıp gidiyor bu insanlar. Ben de seyrediyorum...

karmaşık

Yaşam üzerine fazla geldiği zaman onu zorlama, biraz duraksa, neler olup bittiğine anlam verme. Mutlaka yanlış bir şey oldu ve düşüncelerin ile dileklerin aynı orantıda değildi ve varlığın ile buluşamadı. Sorun yok, sadece bekle. Güneş doğacaktır, çimler yeşerecektir, çiçekler açacaktır, rüzgar esecektir ve yağmur yağacaktır,zorlamaya gerek yoktur,olması gereken kendiliğinden olur! İzlemene devam et, şahitlik güzeldir, hem olayın dışındasındır hem de içinde, o bir dengedir, o anlamlıdır, şahit ol, tanık ol, olan ile bütünleş, güzellik olanların içinden filizlenecektir; zorlamaya gerek yoktur, olması gereken kendiliğinden olur!.. Arkadaşım F. gönderdi bu sabah, ne güzel bir öğüt... Bana ait olmayan ama kendimi tam ortasında bulduğum karman çorman bir işin içindeyim, nereye varacak, nasıl olacak, karışık iş hem de çok, umarım bir şeyler kırılıp dökülmeden hayırlısı ile sonuçlanır...

Depresyon Başlangıcı

Böyle bir tabir var mı bilmiyorum, tamamen benim uydurmam da olabilir ama durumumu özetleyecek olsam halim budur. Çok fazla konuşmak gelmiyor içimden - haha sanki normalde çok konuşurum da -, çoğunlukla mutsuzluk hissiyatı hakim, ağlamak istiyorum evet hem de sık sık, iştah durumum genel itibari ile aynı - iştahsız- ek olarak yediğim şeylerden keyif almama eklendi, uyku durumum normal çok şükür, yatınca uyuyorum sabah alarm çalana kadar bu alarm hafta içi telefon hafta sonu kızımın anne geler misin çağırması olarak ikiye ayrılıyor tabi. Demek ki diyorum sakin insanın gidip kızının hallerine sabredemeyen annenin gelmesi bundanmış. Sabah gelince araştırdım biraz, aşırı tepkiler ve sinirlilik hallerine sebep olabilirmiş, şu aralar tam da beni tarif ediyormuş gibi geldi. Hemen doktora gidip ilaca başlamak da pek içime sinmedi ben de beslenme ve depresyon diye araştırınca bazı vitamin ve besin takviyeleri ile ilgili yazılara rast geldim: ''Özellikle bu dönemlerde B grubu vitaminleri...

Bir anne böyle yapar mı ?

Dün resmen patladım, yeter artık dedim kızıma, yoruldum, bu eziyetlerin bir sonu olacak mı dedim, hiç mi acıman yok bana dedim, evet kızıma dedim. Bir anne kızına bunları der mi ? Keşke demeseydim, bilmiyorum bundan nasıl etkilendi/ etkilenecek, ama çok pişmanlık da duymuyorum işin garibi, sanki haketmiş gibi bir his var içimde. Diğer anneleri merak ediyorum, tek ben miyim yoksa başka annelerde var mı çocuğuna karşı böyle patlayan ? Sabır, sabır, sabır dedim ama sabır taşı olsa çatlardı eminim. Herşeye hayır, kızım neden herşeye hayır diyorsun diye soruyoruz, bilmiyorum diyor. İstisnasız herşeye hayır denir mi? Yavrum yapma deyince daha beteri yapılır mı? İstediği yapılmadı diye anne - baba cezlandırılır mı ? Biz de mi böyleydik ? Ya da biz birşeyi yanlış yaptık da bu kızı bu hale biz mi getirdik ? Bu sorulara cevap aramaktan tükendim artık.

geçmiş zaman olur ki

Eski zamanlar bundan bir 5-10 yıl öncesi çok - belki olduğundan da çok - güzel geliyor şimdi bana, çocuklardık parlak yıldızlardık o zaman şarkısında ki gibi... O günlere ait tek bir sıkıntı bile yok aklımda kim bilir neler vardı, sadece güzel güzel gülümseten kareler. Oysa şimdi, ne kadar da zor geliyor her şey. Yazın gelmesi bile bir şey ifade etmiyor artık, dört mevsim de birbirine benzedikten sonra, aynı şey hep aynı, sabah kalk, işe gel, bütün gün debelen, eve git evde sorumlu bir anne olarak kızına vakit ayır ( bu kısımdan şikayetçi değilim aslında kızım o kadar dillendi ki belki de eskisi gibi kıkır kıkır güldüğüm günün tek dilimi kızımla vakit geçirdiğim zamanlar) çok geçe kalmadan yat ki, sabah kalkabilesin bla bla bla. Mütemadiyen bir yorgunluk ki bu yorgunluktan bıktım, sıkıldım artık. Hiç yorgunluk hissetmesem, günler daha uzun gelse, her şeye vakit yaratabilsem, günler ev ve iş arasına sıkışıp kalmasa, zamana tutsak olmasam... Evvel zaman içinde dostlar ağaçlara ev kurardı...

sinirliyim

Öyle bir öfke var ki içimde, herşey ters gidiyor, herşey sinirime dokunuyor, birşeyler kırılıyor dökülüyor ve ben herşeye sinir oluyorum, hayırdır inşallah, bu öfkenin sonu hayra varır umarım. Sanki herşey, herkes bana karşı, herşey yolunda gitmemek için birbiriyle anlaşmış ta bana terslik çıkarmak için çabalıyor gibi. Aksiyim, ağlamak istiyorum hem de çok.... Böyle olduğum için kendime kızıyorum, kendime kızdıkça herşey daha ters gidiyor, debelenip duruyorum. Etrafımda bile ne problemlerle uğraşanlar var biliyorum, bu küçük şeyleri bu kadar taktığıma problem ettiğime inanamıyorum. Bir öfke nöbetindeyim sanki kontrol edemediğim, küçücük bir kıvılcım yetiyor beni parlatmaya, off offffffffffffff...

insanoğlu değişken...

Dün akşam yatağa gitmeden önce moralim oldukça bozuktu, hatta bugün bloğa yazmak üzere 1 sayfalık eksilerde dolaşan moralimle birşeyler bile karaladım, ama şimdi yazıyı okuyunca aman canım o kadar da kötü değil diyorum... Hafta sonu saçımın boyası için kuaföre gittim ve küçük çaplı bir facia yaşadım, neyse düzeldi ama alıştığımdan farklı bir renk oldu, ya kullandıkça kötü olursa diye şimdilerde uyku uyuyamıyorum desem yeri, insanoğlu işte komik olabiliyor böyle bazen... Birden bastıran sıcaklar da iyi gelmedi, insan kıştan sonra baharda yavaş yavaş ısınan hava ile yaz sıcaklarına antreman yapıyor ama bu sene maalesef kıştan direk yaza geçtik e bu da benim bünyeyi baya etkiledi, şiş ve ağrıyan ayaklar olarak bana geri dönüş yaptı.... Sonra kızımın 3 yaşına 5 kala pik yapan terrible two sendromu var ki evlere şenlik, e zaten ben de sınırdayım, karşılıklı hırçınlık yarışına girdik. Durmadan sen artık büyüdün şöyle yapma, böyle etme deyip duruyorum. Sonra diyorum ya daha 3 yaşında bırak do...

Minicik bir kalp daha durdu

İş yerinden arkadaşımın kuzeni 19 Martta doğum yapmıştı, çok rahat ve sağlıklı geçen doğum sürecinin sonunda büyük bir şok yaşadılar. Meğer o minik yüreğin sol tarafı yeterince gelişmemiş ve hamilelik kontrollerinde de ne yazık ki farkedilememiş. Nasıl farkedilemediği ayrı bir konu, o kadar renkli doplerler çekiliyor, ultrasonlara giriliyor nasıl oluyor da oluyor ? Doğumdan sonra minicik yavruyu sabırsızlıkla kucağına almayı bekleyen anne, doktorların yaptığı açıklama ile yıkılıyor. Diyorlar ki o minicik kalp, ameliyatı dahi kaldıramaz, artık ne kadar dayanabilirse. Koca koca doktorlar toplanıyorlar ve minicik bir hayat için karar veriyorlar. Tamam tıp hakkında çok şey bildiğimi iddia etmiyorum ama %1 ihtimal bile olsa denemeye değmez miydi demekten alamıyorum kendimi. O minicik kalp dün yaklaşık 20 günlükken artık yoruldu ve atmayı bıraktı. Küçücük bedenine yeterli oksijeni sağlayabilmesi için hızlı hızlı nefes alması gerekiyordu, bir kerecik bile evine gidemedi, onu sabısızlıkla bekl...

şu an olmak istediğim yer...

Dışarıdaki yağmurlu, kasvetli havaya inat, şu anda evet tam şu anda olmak istediğim bir yer var. Çok sıcak güneşli bir havada, sık dalları ve yaprakları ile rüzgarda hışırdayarak salınan kocaman, şehirlerarası yolculuklarda gördüğümüz yalnız bir ahlat ağacının altı. Kuş ve böcek sesleri birbirine karışırken, elimde kitabımla rahat bir şekilde uzanmışım ve okuyorum sadece okuyorum. Ne bir düşünce var aklımda, okuduğum satırları anlamamı engelleyen, ne yapılması gereken bir iş, ne yetişilmesi gereken bir yer ne de bir plan. Kendime aidim ben o yerde sadece kendime. Bazen bir yerlere koşuştururken soruyorum kendime niye bu acele, nereye koşuyorum ben, ah bu dünyanın işi biter mi? Aklımda hep cevapsız kalan sorulardan yanlızca birkaçı bunlar. Koşmak istemiyorum ben acelem olsun da istemiyorum. Herşeyi sakince yapmak istiyorum, olduğu kadar olsun istiyorum herşey , telaşsız ve zamandan bağımsız olmak istiyorum. Saatle hiç işim olmasın benim, hayat sakin sakin aksın. Böyle bir yer var mı bil...

Ananem

Anane deyince aklıma pamuk gelir benim, ananemin pamuk gibi yumuşak huylu bir insan olmasına bağlarım bunu. Hep sakindir, kimseyi kıracak bir söz duymadım şimdiye kadar ağzından. Dedemi kaybettiğimiz 2003 yılından beri Çerkezköy' de yaşayan teyzemin yanında kalıyor, dedem vefat ettiğinde 50 küsür yıldır aynı yastığa baş koyuyorlardı, 50 yıl nasıl geçti anlamadım dedi, hayatı bu tek cümle ile özetleyiverdi bana, evet yıllar geçiyor anlamadan... Geçtiğimiz hafta sonu cumayı da birleştirip kısa bir Kahire gezisi yaptık, mumyaların etkisinden midir , geldik geçiyoruz be dedik eşimle, 30 yaşın üstünde olmanın tüm ağırlığı ile. Dünya denen bu sahneden geldik geçiyoruz farkında mısınız? Ben anlamamışım 30'umdan önce; bir curcuna, bir karnaval günler geçmiş, 30 yaş bir dönemeç sanki, hayat bir bakmışım binivermiş omuzlarıma tüm heybetiyle bir ara ben anlamadan. Ananem Çerkezköy'e geldiğinden beri daha çok görüşme imkanımız oluyor tabi ve ben son görüştüğümüzde bir manici olduğunu k...

Pazara gidelim….

Geçtiğimiz Cuma küçük teyzem ve ananem geldiler, Acıbadem teyzemde (kocamın teyzelerimi ayırma yöntemi) kalmak üzere. Teyzelerimle büyüdüm ben, tatillerde, düğünlerde, bayramlarda hep bir araya gelen, bir arada olmaktan mutluluk duyan, keyif alan bir aileydik ve hala elimizden geldiğince beraber olmaya çalışıyoruz. Belki de bu yüzden bir abla eksikliğini hiç hissetmedim ben, zira küçük teyzem sadece 8 yaş büyük benden. Fırsat bu fırsat dedim öğlen arası üzerine bir saatte izin alıp Kadıköy’de ki Cuma pazarına gidelim dedim. Pazara gitmeyi çok severim, her zaman fırsat bulamasam da. Balıkesir’de annemle gittiğimiz pazarlar geliyor hep aklıma, küçük örme bir sepetim vardı – hala sapasağlam duruyor, şimdi kızım ananesine gidince oynuyor- annem ne alsa bir iki parça atardı; iki dal kiraz, 1 küçük domates, bir küçük salatalık,… Öğlen arası atladım arabaya gittim, canım teyzem donatmış tabi sofrayı. Önce bir güzel karnımı doyurdu teyzelerim, oradan kıkırdaya kıkırdaya yürüyerek pazara gitti...

Sevginin bence tarifi

Dün ansızın karşıma çıkan bir blog – erdemcaner.blogspot.com- da gördüm bu tarifi: ‘ Sevdiğinden fazla dillendirme sevgili, sevgin içten gelsin, içte kalsın, yormasın, üzmesin. Zaman zaman patlasın, mutlu etsin, sonra kaynağına saklansın ama hissedilsin’ Kendi sevgi tarifime yakın buldum, tanıdık geldi. Herkesin kendince bir sevgi tarifi var elbette, herkesin farklı sevgiden beklediği. Bence de fazla dillendirilmemeli ama bolca gösterilmeli. Fazlaca dillendirince, öyle bir an geliyor ki e bu kadar sevdiğini söylerken nasıl oluyor da böyle davranabiliyor dedirtiyor insana. Hele davranışlarda sevgiye dair bir iz yoksa, iyice boşalıyor o iki kelimenin içi.

KEKO & MELEK

8 yaşında bir kuzu, hayatta her şeye rağmen onu sevecek, koruyup kollayacak, annesini 6 şiddetinde bir depremde ama deprem yüzünden değil de fakirlikten, imkansızlıklardan ve aymazlıktan dolayı kaybeden bir kuzu. Diğer yandan 15 günlük bir bebek annesi ile babaannesinin arasında depreme yakalanan, annesinin siper ettiği gövdesi ile bir şekilde hayatta kalan ve daha annesinin kokusuna doyamayan bir melek. Mucize deniyor şimdi onların hayatta kalmalarına, şanslı da deniyor o göçüklerden kurtulabildikleri için, ne şans ama… Bundan sonra ki hayatlarında birbirlerinden hiç haberleri olmayacak belki başka başka, artık ne varsa kaderlerinde onları yaşayacaklar – ki umarım şimdi ki durumlarından daha bahtlı bir hayatları olur bundan sonra- ama öyle bir ortak noktaları olacak ki ömür boyu yüreklerinde bir sızı olarak taşıyacaklar. Annesiz büyüyecekler pisi pisine, bir tarafları hep yarım, gazetelerde en fazla bir iki gün daha haber olacaklar, sonra kendi kaderlerine bırakılacaklar. İşte ben böy...

2009-2010 Kara Kış

Bu kış çok ağır geçti, hem ruhen hem fiziki olarak. Kara kış dedikleri cinsten. Bağladım umutlarımı bahara bekliyorum bu soğuk, kasvetli ve güneşsiz günlerin bitmesini. Sonradan anımsamaya çalışınca sadece güzel anların akla gelmesinden midir –insan hafızasının insana oyunu- hiçbir kışı bu kadar uzun, bu kadar ezici hatırlamıyorum, üniversite sınavına hazırlandığım kış ta bu kışlara dahil. Ruhum korunaksız kaldı benim bu kış, o yüzden çok üşüdü. Hem yalnız hissetti kendini, hem beslenemedi. Küçük şeylerden mutlu olmaya çalıştı, bazen ucundan yakalayıvermiş gibi oldu ama tam tutamadı, o küçük mutluluklar da hep yarım kaldı zaten. Bu kadar kasvetin içinde bir de defalarca kapıyı çalan hastalıklarla uğraştık bu kış, bir kısır döngü gibi sanki moraller bozuldukça hastalık kapıda, hastalık kapıya geldikçe moraller daha bozuk. Şimdi işte bahar geliverse tüm bu karabasan son bulacakmış gibi hissediyorum yada ümit ediyorum desek daha doğru olur. Hayat sakin aksın istiyorum bu aralar, beklemedi...

Arada kaldım

Susam sokağında adını hatırlamadığım karakterinin de dediği gibi arada kaldım tam arada... Bir tarafta iyi günde, kötü günde, hastalıkta, sağlıkta yanında olmaya söz verdiğim, çok sevdiğim kocam, diğer tarafta benim, hatta ikimizin parçası, canım kızım. Geçen bahardan beri kendi kimliğini bulma çabalarında olan kızım erken ergenlik (terrible two) denilen dönemi tüm hırçınlığı ile yaşıyor evet, olur olmaz herşeyi ağlayarak istemeler, inatlaşmalar, prim veriyor muyuz hayır, peki o bunları yapmaktan vazgeçiyor mu hayır. Yapacak bir şey yok böyle bir dönem yaşanacak ve elbet bir gün bitecek. Hiç aklıma gelmezdi tabi böyle bir dönemin, kocamla benim aramda ki ilişkiyi zorlayacağı. Son 8 aydır baba ile kız arasında öyle bir inatlaşma var ki, sanırsınız sonuçta evin egemenliği el değiştirecek. İlk önceleri kayıtsız kalmayı denedim, sen dedim dur, müdahale etme baba kız kendi ilişkilerini kendilerini şekillendirsinler, baktım olmuyor bu sefer, babaya sen kızla ilgili sorumluluk alma bırak bana...

yorgunum 2

Bu yorgunum yazıları bu sene sanırım seri halinde devam edecek çünkü ben mütemadiyen yorgunum. Dün akşam 9 da artık dayanamayarak yattım, yavruyu da babasına emanet ederek ve öyle bir dalmışım ki hiç seslerini duymadım buna rağmen sabah 7 de kalkmak zor geldi 10 saatlik uykunun üstüne, alarmın tekarla düğmesine 3 kez bastıktan sonra geç kalma limitime erişince oflaya puflaya kalktım ve gerçekten çok alakasız bir şekilde giyinerek işe geldim, bu botlar bu eteğin altına hiç olmamış, neyse iş yerinde her zaman tuttuğum babetler var şu hani herşeyin altına giden cinslerden onu geçirivereyim bari. Bu aralar ara ara beliriveren hayalim ise ben kızı da alıp Balıkesir' e annemlere gidiyorum öyle çok uzun değil 4-5 günlüğüne, orada annem hem bana bakıyor hem kızıma, babamla laflıyorum, kısa süreliğine de olsa onların o küçük, telaşsız, sakin hayatlarına ait oluveriyorum. Sabahları kalkıp şöyle bir evi dinleyip tekrar yatıyorum, mutfağa girince annemin 5 dakikada hazırladığı nefis kahvaltılı...

sadece beni kucağına almanı istiyorum

Dün öğlen arası eve biraz geç gittim, bu arada benim kız ile f. teyzesinin yemek seansı başlamıştı, seans diyorum çünkü yaşı ilerledikçe bu yemek işi zorlaşmaya başladı. Tabi ben kapıdan girer girmez tüm dikkat dağıldı ve sofra terk edildi. Ben hemen telaşla çantamda ıvırımı zıvırımı koyduğum ve kızımın çok sevdiği çingene pembesi makyaj çantamı kendisine sofraya oturması şartıyla vermeyi teklif ettim (biliyorum yanlış, bir şeyler yaptırmak için rüşvete alıştırmak ama yemek konusunda çaresizim gerçekten) kafasını kaldırıp yüzüme baktı ve istemem anne sadece beni kucağına almanı istiyorum dedi... Aldım kucağıma ve bana doyana kadar - ki ben ona doyamadım - öylece oturduk ve sonrasında yemeğini de güzelce yedi benim güzel kızım. Bu kadar ne istediğini bilen ve anne rüşvete alıştırmaya çalışsa da kanmayan bir birey olduğun için, beni maddi dünyadan uzaklaştırmayı başardığın için, beni gülümsettiğin, yaptıklarınla burnumu sızlattığın ama en önemlisi anne olarak beni seçtiğin için sana ne k...